Sunday, February 13, 2011

ROMANTİZM’E GENEL BAKIŞ

Romantik adını taşıyan hareketin başlangıcında öncelikle Alman romantizmi anlaşıldığı
haliyle ‘romantik’ terimi belirgin bir geçmişe referansta bulunmaktadır.Ortaçağ: Friedrich Schlegel’e göre ‘romantizm olgusu ve sözcüğü bu şövalyelik, aşk ve masal döneminden türemiştir.’ Sözcüğün temel kaynaklarından biri ortaçağ saray romanıdır. Ama romantikler yalnızca ortaçağa değil, başka geçmişlere de baktılar.ilkel toplumlar, Kutsal Kitap dönemlerinin İbrani halkı, Yunan ve Roma antikçağı, ingiliz Rönesans’ı, Fransız feodalitesi; bunların hepsi bu bakış açısının aktarılmasına hizmet etti. Hangi geçmişin tercih edileceği-ve özellikle yorumu- farklı romantizm yönelimlerine göre değişmiştir.Genellikle kayıp cennet özlemine, kaybedilen şeyin aranışı eslik eder.Romantizmin merkezinde, farklı biçimlerde faal bir ilke sık sık fark edilmiştir.Kaygı, sürekli bir oluş durumu, sorgulama, araştırma, mücadeledir. Demek ki, genel olarak, aktif bir cevap yoluyla üçüncü bir uğrak oluşturulmuştur ki, bu geçmişte kalmış ideal durumu yeniden bulma ya da yeniden yaratma teşebbüsüdür.1800’lerin filozof, yazar ve sanatçıları Almanya’da ‘romantik’ olarak ifade ettikleri yeni bir dünya tanımı yaparlar. Onlara göre doğa tanrısal ruhla doludur.Bireysel hayal gücü kendini evrensel dokuda bulur. Yaratıcı zeka derin bir yalnızlık içindedir ve doğa ile insan arasındaki uyumu arar.Greko-Roman Antikitesi’nin geleneklerine bağlı Neo-Klasisizm’e karsı bir tepki olarak doğar Romantizm. Açık uçluluğu ve ilericiliği savunur. 19.yy’a modern bir bakıştır. Romantik sanatçılar, Ortaçağ ve Rönesans dönemlerine, Yahudi-Hıristiyan temalarına dönüş yaparlar çünkü bu şekilde politik ve entelektüel olarak aydınlanmış bir Avrupa’nın mümkün olacağına inanırlar.Romantik Hareket, sübjektif karakteri ve açıklığı yüzünden katı kuralları olan bir üslup yaratamamıştır. Çok farklı ifade biçimleri bu hareketin içinde bir aradadır.Romantizm’in tek kalıba sığdırılabilecek bir tanımı yoktur.
Çağdaş kullanımıyla ‘romantik’ kelimesi duygu ve duygusallıkla ilintilidir.Şiirsel, nostaljik, hayali bir hal anlaşılırken aynı zamanda irasyonalizm ve delilik de akla gelir. Bu terimin alt notalarında fantastik olan ve tutku ile realiteden kopuş, hayal gücüne dayanan yaratıcılık yatmaktadır.Bir çok spekülasyona neden olan tanımlama çabasının sonucunda kesin olan bir şey vardır ki o da Romantizm 18.yy’ın 19.yy’a dönüştüğü noktada oluşuna entelektüel ve sanatsal atılımın bu terimle ifade edilmesi gerekliliğidir. Müzik alanında Beethoven’dan Richard Strauss’a kadar sanatçılar romantik kabul edilir.Edebiyat tarihi 1800 yılı dahilinde otuz yıla odaklanır. Sanat tarihi, 1790 ve 1840 yılları arasında sınırlar kendini ancak araştırma alanını geniş tutar.
Romantizm’deki fantastik ve irasyonel olana eğilim yan kolu olarak Sembolizm’i işaret eder. Romatik sanatta sadece gerçekten kaçış değil ona karşı direnç de vardır. Romantik natüralizm ve idealist natüralizm terimleri aradaki boşluğu doldurma girişimidir. ‘Romans’ kelimesi eski Fransızca ‘Romanz’ kelimesine dayanır. Romans, kilise Latince’si karşısında diyalektleri ortaya koyar. Şövalyeler ve onların kahramanlıkları hakkındaki şiir ve nesirler ‘romans’lar olarak anılır. Sonra bu terim Ortaçağ’da ‘roman’a dönüşür. Halen birçok Avrupa ülkesinde ve Türkiye’de de uzun hikayeleri tanımlamaz için kullanılan bir terimdir roman. İngiliz Thomas Baily 1650’de ilk defa ‘romantik’ kelimesini sıfat olarak kullanır. Amacı hayal ürünü yazıların gerçekten uzak olan yönünü tanımlamaktır.
Aynı dönemde Claude Lorrain (1600-1682), Nicolas Poussin(1594-1665) ve Salvator Rosa (1615-1673)’nın manzara resimleri için olumlu anlamda kullanılır ‘romantik’sıfatı 18.yy.da korku hikayeleri Gotik’i tekrar moda haline getirir. Fantazmagori ortaya çıkar. Fransa’da Shakespear çevirmenleri Letourneur ve Émile de Girdan ‘romantik’ kelimesini 1766’da sahnenin özelliğini tanımlamak için kullanırlar. 1777’de Jean Jacques Rousseau (1712-78) ‘Yalnız Serserinin Düşünceleri’nde Fransız düşüncesindeki romantik ideali somutlaştırır. Uzun bir süre, ‘romantik’ kavramı, popüler romanlar ve uzak diyarlardaki şövalyelerin maceraları ile eş anlamlı kullanılır. Novalis (Fridrich von Hardenberg (1772-1801) ‘romantik’ hakkında ilk konuşmasını yapar ve sadece roman yazarlığından bahseder. Novaliz genç Alman yazar neslindendir ve Romantizm’in
bilinen en iyi tanımını yapar. ‘Genel olana yüce bir anlam vermek, olağana sıra dışı gizemli bir özellik katmak, bilinene bilinmezlik bahsetmek, sonluya sonsuzluk aurası vermekle romantize ediyorum yazdıklarımı’ der Novalis. Jean Paul (1763-1825) her şeyin özlemle anılan hatıradan, uzak ölü bilinmez olandan beslendiğini çünkü bunların dönüştürülebilme özelliği olduğunu, bu gibi şeylerin büyülü bir hayal gücü olduğunu ve sonsuzluğa kapı açtığını belirtir. Novalis’in bir tanımı da yazarlar kadar ressamlar tarafından da benimsenir. ‘Uzak görünen her şey şiire dönüşür; uzak dağlar, uzak insanlar, uzak olaylar. Her şey romantik olur.’Tüm bu gelişmelere tepki olarak İngiliz ressam Joshua Reynolds (1723-1792) bir akademi dersinde boş fikirleri ifade eden resimlere saldırır. Bu resimler ona göre klasik antik sanatı ve bilim kurallarını hiçe sayar. Romantizm’in gelişen formunun karsısında klasik keskinlik ve açıklığı koyan, akademik bir doktrin vardır.
Reynolds’dan sonra Romantizm akademik olmayan klasik karşıtı ne varsa onun temsilcisi haline gelir. Romantizm’in Ortaçağ dünyası ve Avrupa Hıristiyanlığı’nı konu alışı dahi, Grek-Roma sanatı repertuarına bir karşı hareket olarak kabul edilir. 1820’de Johann Wolfgang Goethe (1749-1832) ‘klasistlerin romantiklerle İtalya’da vahşice savaştıklarını yazar. ‘Romantik’e artık saldırılmaması gerektiğini, her karanlık, anlaşılmaz şeye romantik denmemesi gerektiğini savunur. Her vatanseverlik konulu eser de romantik olarak algılanmamalıdır ona göre. Almanlara göre Goethe klasik bir yazardır ancak başka yerlerde Romantik olarak anılır. Bunu
nedeni, onun klasik temayla klasik fonu, açıklıkla fantazmagoriyi harmanlayan ilk yazarlardan olmasıdır. ‘Faust’ 1827’de Fransızca yayımlandığı zaman Fransız Romantizm’ini atesler. Delacroix’nın bu yayım için yaptıgı ilüstrasyon serisi Goethe için ‘şeytani bir seklide iyi malzeme’dir.
Romantik sanat üzerine en kapsamlı ve ikna edici teoriler 1800’lü yıllarda Almanca konuşulan ülkelerden çıkar. Alman karakterine özgü estetik yaklaşım yüzünden birçok yorumcu Romantizm’i Almanlar’ın yaratımı olarak kabul eder. Bu kişilerden biri tarihçi Gordon Craig’tir. Çok okunan ‘The Germans’ (Almanlar) kitabında(1982) belli bir melankolik arzu, gerçekten ayrı düşme, duygusallık, içe çekilme eğilimi, apolitik tavır, tanrının ve doğanın gizemli gücüne dalma, pesimizm ve ölüm obsesyonu romantizmin semptomlarıdır der. Romantizm 18.yy.ın sonunda yankı bulur ve sonrasında 19.yy.ın endüstri toplumunda Avrupa’yı istila eden bir fenomen olur. Avrupa sınırlarını asar, Amerika’lı ressamlar da özellikle manzara resmi bağlamında bu akımın ilginç örneklerini vermeye baslar.
Romantizm’in gerçeküstü, karanlık, şeytani özellikleri İngiliz ve Fransız edebiyatında aşırı uçlara taşınır ve ‘Kara Romantizm’ konsepti yükselişe geçer. İtalyan gravür sanatçısı Giovanni Battista Piranesi (1720-1778) nin eserleri bu yükselişi tetikler. Piranesi, gravürlerinde akla hayale gelmeyecek işkence aletleriyle dolu fantastik zindanlar yaratır. Bu baskıların şeytani yönü İngiliz yazar Thomas de Quincey’nin ‘İngiliz Opyum Yiyicisinin itirafları’ adlı kitabına ilham kaynağı olur.
1821’de yayımlanan bu kitap Avrupa’da dehşet yaratır ve Fransız Romantizm’inde derin bir etki bırakır. Alfred de Musset (1810-1857), 1828’de kitabı Fransızca’ya çevirir. Terör fantezileri ve şeytani estetik yazarlar arasında yayılır. Charles Nodier (1780-1844), Victor Hugo (1802-1855), Théophile Gautier (1811-1872) ve Charles Baudlaire (1821-1867) bu yönde eserler verir.Romantizm’in çıkısında Piranesi’den verdiğimiz örnek gibi 18.yy sanatı da etken olur. 19.yy.a girerken geçen yüzyılın etkileri yeni bir felsefi ve artistik dünya görüsünün yaratımında etkili olur. Klasik kodeksin yerini ne tür artistik standartların alacağı tartışma konusudur. Mutlak değerlere dayanan bir estetik anlayışı yerine İngiltere ve Fransa’da insani zevk ve duyarlılığa dayanan bir güzellik doktirini kabul görür. Sanatçının ve izleyicinin ‘duygu’su anahtar faktördür. Sanatta psikolojik bir yaklaşıma girilir. 19.yy.ın ortalarına doğru bu yaklaşım güçlenir. ‘Süblim ve Güzel Fikrinin Kökenine Felsefi Soruşturma’(1757) kitabında Edmund Burke (1728-1797) korku estetiğinin yolunu açar. Görsel sanatı insani tutkuya dayandıran bu teori, garip olanın aklı uyarısını, belirsiz, kaotik şeylerin insan ruhunun derinliklerine inişini
merkeze koyar. Bunlar sanat eseri yaratımında motive edici özellikler olarak sıralanır.
Burke’ün tezinin çıktığı sıralarda ‘pitoresk’ dönemin anahtar kavramı olur.Claude Lorrain, Nicolas Poussin ve Salvator Rosa’nın ‘Romanesk’ manzaralarında olduğu gibi bu kavram belli temalardaki psikolojik duruma ve belli formal tasvirlere bağlanır. 1795 yılında Uvedale Price’ın ‘Pitoresk Üzerine Makale’si çıkar, ardından Richard Payne Knight ışık ve renge dayalı bir pitoresk tanımı yapar. Saf renkçi bir yaklaşımla William Turner (1775-1851) suluboya ve yağlıboya çalışmalarında bu çıkısı yakalar. Romantizm’in çıkısını hazırlayan etkenlerden biri de insanların 18.yy.da uzak ülkelere gitme özlemi içinde olusudur. İtalya’ya seyahat etmek her Avrupalının rüyasıdır. Gidenler Antik sanat ve İtalyan Rönesans’ı hakkındaki bilgilerini geliştirirler ve İtalyan manzarası onları etkiler. İngiliz suluboya ressamları özellikle bu seyahatleri yapar. Güneyin pitoresk manzarası onlar üzerinde çok etkili olur. İsviçre Alpleri de ressamların ilgisini çeker. William Pars(1742-1782) 1760’larda manzara resimleri yapar ve Lord Byron (1788-1824) Ren Bölgesi’ni ve Venedik’i keşfeder, herkes onların adımlarını takip etmeye baslar. Genç entelektüel ve sanatçılar için şair Byron, Romantik melankolinin sembolü olur. Arnavutluk ve Yunanistan’a yolculukları, orada Türkler’e karsı savaşması uzak diyarlara ilginin
artmasını sağlar. Almanya’da 1770’lerde Johann Gottfried Herder (1744-1803) ‘Orient’i
popüler yapma çabasındadır. Friedrich Schlegel (1772-1829) 1800’de ‘mükemmel romantik’ ‘Orient’te kotarılmalıdır açıklamasını yapar. Kuzey Afrika ve Asya bunun için idealdir. Fransa’da Abbé Preuost (Manon Lescaut,1797) ve Bernardin de Saint- Pierre (Paul et Virginie,1788) in roman kahramanları Yeni Dünya’da maceraya atılır.
François René Chateaubriand’ın (1768-1848) ‘romantik’ kahramanı René (René,1802) Fransız Amerika’sına gider. Aynı zamanda manzara da büyük rol oynamaya baslar. Sanat teorisi bu janrı önceleri küçümser, tarih resmi gibi gerekleri yerine getiremez bu janr. Daha sonra 19.yy.da manzaranın rolü değişir. Henri Rousseau, Denis Diderot (1713-1784) ve Friedrich Schiller (1759-1805) insanın dogadan yabancılaştıgını isaret eden eserler verir ve manzara resmine yaklaşım değişmeye baslar.Burke, manzarayı süblimin (yüce) alanı sayar ve vahşi doğa İskoç
‘highland’leri ve Alp’ler drama sanatçılarının ilgisini çeker. Fransız ressam, Claude Joseph Vernet (1714-1789) denizde fırtınaları ve batan gemileri resmeder. Alman, İngiliz, Amerikan Romantizm’i manzarayı sembolik bir konu olarak ele alır.Fransız yazar ve düşünür Jean-Jaques Rousseau, Avrupa düşüncesini etkiler.Toplumdaki dejenerasyon ve düşüşe işaret eder. ‘Doğaya dönüş’ onun düşüncesini özetler. Primitif ve arkaik olana yeni bir gözle bakılsın ister Rousseau. Denis Diderot da aydınlanmacı bir filozoftur ve o da insanın doğaya yabancılaşmasına karsı çıkar.
Fransız Aydınlanması’nın bir tarafta insani psikolojiye bir yanda doğaya
dayanmasını ister bu düşünürler.Bu gelişmelere, Romantik yaklaşım yönündedir ve 1789 Devrimi’yle bu düşüncelere ket vurulur. Sanatçılar kendi derinine dalmak yerine zafer kazanan
cumhuriyetçi fikirleri destekleyecek propaganda resimleri yapmak durumunda kalır.Bu resim tarzı, tarihi resmin neo-klasik kalıp dahilinde Antik-Roma repertuarıyla kotarılmasıdır. Napolyon’nun zaferlerine eslik eden resimler yaratılır. Onun imajı romantize edilir. Fransız Romantiizm’nin başlangıcında imparatora ve neo-klasik anlayışa başkaldırı söz konusudur. İmparatorluk üslubunun propagandası olan resimlere karsı tavır alınır. Chauteaubriand ve Germaine de Stäel Napolyon’u eleştirirler. Alman Romantizm’ini kendilerine örnek alırlar. ‘Anemik’ neo-klasik üsluba karsı dururlar. Bu çaba zorlu bir yoldur. 1827 Salon sergisi Fransa’da Romantizm’in neo-klasik üsluba karsı zafer kazanması olarak değerlendirilir. Géricault ve Delacroix bu zaferi saglar. İki ressamın da kompozisyonunun pathosu renk ve ışıkla inşa edilmiştir. Söz konusu ressamlar, daha önceki tarih resimlerinden farklı olarak adsız kahramanların felaketlerdeki bireysel çabalarına odaklanır. Özellikle Delacroix, özgürleşmiş duyarlı bir boyama tarzına sahiptir. Renkçi, resimsel senfoniler yaratır. Yarattığı yoğun etki Empresyonistler, Vincent van Gogh,Paul Gauguin ve Paul Cézanne’ı da derinden etkiler. Dramatik konuları insanın tutkusuna odaklanır, tarihsel olayların katalizörü de budur esasında. Fransa’da Géricault ve Delacroix, İspanya da ise Goya, Romantizm’i doruk noktasına taşır.

Kaynakça:
Romantizm---Önder Şenyapılı---Boyut Yayıncılık

Romantizm Sanat Ansiklopedisi---Francis Claudon---Remzi Kitapevi

No comments:

Post a Comment